17 Ekim 2019 Perşembe


Bir Efsanenin Ayak İzinde
( Lizzy Hawker )


Ultra Tour Monterosa  ( UTMR ) Koşu Kampı ve
Monte Rosa 100K Ultra  3 Passes - 2018 Yarış Raporu

UTMR, İsviçre'de  Grachen isimli küçük bir köyden başlayan ve Monte Rosa dağ masifinin ( 4654m, Penine Alplerin uzantısı )  etrafında tam tur dolaşan, 3300m irtifaya kadar sizi çıkaran ve  yaklaşık olarak  yarısı İtalya sınırları içinde  koşulan  170 K  uzunluğunda muhteşem bir parkur.





Bu parkur, kendi ifadesiyle Lizzy Hawker'in "dağlara aşık olduğu yer" ve efsane yarış UTMB'ye hazırlandığı parkur. Yani muhteşem bir doğa!

Tanımayanlar için  Lizzy Hawker'dan, daha doğrusu koşu hayatının enlerinden, birkaç cümle ile  bahsetmek istiyorum. Merak edenler için Lizzy Hawker'in  çok güzel bir kitabı var : Runner. A short Story About A long Run. Mutlaka okumanızı tavsiye ederim.

Lizzy, dünya kadınlar 24 saat pist koşu rekorunun sahibi, tam 247 K koşmuş. Patika yarışlarının en bilineni olan UTMB'ye (170 km +10000m) 5 kez katılmış ve her  katıldığında  birinci olmuş. Nepal'de Everest ana kamptan başlayan ve Katmandu'da biten 320 km'lik parkurda,  bilinen en hızlı zamanı yaparak koşmuş; inanılmaz ama bu işi  63 saatte başarmış. Bu parkurun yükseklik kazanımı +10 000m iken iniş tam  -14 000m. Üstelik koşu 5400m irtifadan başlıyor,  yani önce o irtifaya kadar tırmanıp sonra koşmaya başlıyorsunuz; 1300m irtifada ki Katmandu'da bitiyor .  Elbette bu işi dışardan destek, oksijen vb olmadan yapmış. Meşhur Atina'dan Spartaya kadar uzanan 246K'lik  efsane  Sparthatlon  Ultra Yarışında  ise 27 saat 2 dakika ile kadınların bilinen iyi zamanını yaparak parkur rekorunu kırmış.


UTMR,  Lizzy Hawker tarafından organize edilen, ticari olmaktan çok, koşucudan koşucuya mantığıyla ve son derece ciddi organize edilen bir yarış. Toplam katılan koşucu sayısı sınırlanıyor,  çünkü parkur, dağda ulaşımın olmadığı pek çok noktadan geçtiği için sunulan lojistik destek belli sayıda ki koşucuya yardıma izin veriyor. Sanıyorum  katılan toplam koşucu sayısı 700 den az.  Yarış, İsviçre ve İtalya'da koşulmasına rağmen düzenleyen Kora Explore isimli bir İngiliz firması ve yarışın tüm aşamalarında İngiliz titizliğini görmek mümkün.

Bu yarış, iniş ve düz alanları mutlaka koşarak geçmenizi gerektirecek kadar sıkı cut-off zamanlarına sahip, yani yürüyerek bitirmenize izin verilmiyor. Ayrıca tüm yarışlar için ayrı ayrı olmak üzere, koşucular start aldıktan sonra bir sweeper -süpürücü ekip, koşucuları yürüyerek arkalarından  takip ediyor. Böylece olası bir sakatlık durumunda size arkadan  destek geleceğini biliyorsunuz ve geçen yıl benim durumumda olduğu gibi yavaş ilerlerseniz size yetişiyorlar. Böylece sizin sağlıklı bir şekilde bir sonraki CP'ye ulaşmanıza yardım ediyorlar veya ulaştığınızdan emin oluyorlar.


Yıllardır takip ettiğim bir yarış olan UTMR'nin 100K yarışına  geçen yıl Sevgili Aylin Savacı Armador ile katılma fırsatını bulduk. Malesef Aladağlar Skytrail'de yaşadığım  diz sakatlığı nedeniyle ya start alamayacağım  (Did Not Start, DNS ) ya da gidebildiğim kadar gidip, yapamadığım noktada duracağım  (Did Not Finish, DNF)  bir yarış olacaktı.  Başlamamayı kendime yakıştıramadım ama  istemeden de olsa 55K de  zaman cut-off'una  takılarak bitiremediğim bir yarış oldu, elimden geleni yaptım ama yeterince hızlı gidemedim.




Bu çok teknik ve zor parkurda 3 tane ayrı yarış düzenleniyor.

100K 3 Pass en kısa olanı; yarışın cut-off süresi 28 saat ve 6400m'den fazla tırmanış içeriyor.  Bir 100K yarışı için 28 saat çok uzun ve yeterli gelebilir ancak inanın öyle değil, yaşayarak öğrendik.

UTMR'de ise 170 K 'lık parkurda 11500m toplam ascend ve descend var. Bu parkuru tek etap olarak  non stop koşmak isteyenler için cut-off 60 saat.  Biliyorsunuz UTMB'nin cut-off süresi 46 saat. Aradaki fark bu parkurun ne kadar zor olduğu konusunda ciddi uyarıcı. Kabaca UTMB bitirme sürenize 10 saat ekleyerek bu yarış için beklenen finish zamanınızı hesaplayabilirsiniz.  Bu parkuru 4 etapta / günde  koşmayı tercih ederseniz 48 saatlik cut-off zamanı  mevcut.

Yarışın başvurusu ve kayıt işlemleri de diğer  yarışlara benzemiyor hem de hiç.

Şöyle ki: Başvuru sayfasında daha önceden koştuğunuz yarışları ve dağlarda geçirdiğiniz tecrübelerinizi yazmanızı istiyorlar,  bir çeşit koşu özgeçmişi hazırlıyorsunuz sonrasında size hangi yarışa katılabileceğinizi onlar söylüyor.

Benim beklentim elbette 100K 3 Pass yarışına kabul edilmekti ama Sevgili Aylin, içten içe 170km'lik büyük yarışa kabul edilmeyi bekliyordu ve haklıydı da. Çok sayıda yarışı hem de çok iyi zamanlarda  bitirmişti, üstelik bir kaç kez 250 K'lık Likya Yolu Ultra yarışını koşmuştu, Grossglöckner Ultra'yı bitirmişti. Kapadokya Ultra'yı her yıl düzenli olarak koşmuş ve çok iyi zamanlarda bitirmişti.  Referans olması için yazmak istiyorum, Aylin,  Eiger Ultra'yı 100k/ 7000m tırmanış içeren parkuru 20 saat altında bitirdi,  122K'lık 6000m'lik tırmanış içeren Lavaredo Ultra'yı 22 saat altında bitirdi. Ancak bunlara rağmen onu da 100 K parkuruna  kayıt yaptılar.

Şaka gibi ama UTMR 170K etabına kayıt olabilmeniz için önceden UTMB , Tor Des Geants veya Hardrock 100 yarışını bitirmiş olmak gerekiyor. Kesinlikle çok tecrübeli koşucuların gelmesi gereken zorlukta bir yarış.


Koşu kampı ise bu parkurun 4 etapta koşulduğu halini birebir size yaşatıyor. 170 K'lik parkurun tamamını 4 günde koşarak geçiyorsunuz. Yenilen pehlivan güreşe doymazmış diyerek ben de biteremediğim yarışın yapıldığı parkurdaki koşu kampına katılmayı ve  parkuru  gündüz gözüyle koşmayı istedim ama önce geçen sene ki  100K 3 pass yarışını kısaca anlatmak istiyorum.

100K 3 Pass Yarışı

Yarış İtalya'nın Gressoney kasabasından  başlayıp  100K içinde 3 tane 3000m.'lik irtifada ki geçitlerden geçerek Grachen'de sonlanacak.  Gressoney oldukça küçük bir kasaba-köy olması nedeniyle kalacak yerler sınırlı. Mevcut otellerin çoğu organizasyon tarafından "stage race" için rezerve edildiğinden biz yaklaşık 5 km uzaktaki küçük bir köyde kaldık. Sabah kahvaltı sonrasında start için hazırlanıp, Gressoney'e geldik. Burada yarış kitimizi alıp, bavulumuzu organizasyona teslim edeceğiz. Bavulumuz biz olmadan sınırı geçeği için pasaportumuzun bir kopyası bavulumuzda duruyor ve organizasyonda da bir kopyası var. Böylece gümrükte sorun yaşanması durumunda hangi çanta kimin, hangi vizeyle geldiniz gibi bilgiler takip ediliyor, saklanıyor.  Alternatif olarak bu yarışa isterseniz Grcahen'de kalıp, servis ile start hattına gelerek de katılabilirsiniz. Bu tercihinizi kayıt sırasında yapmanız gerekli. Organizasyon cenevre ve Milan havaalanlarından transfer hizmetini sunuyor, çok ekonomik ve  büyük kolaylık.








Bizim tercihimiz Gressoney'de kalmak yönünde oldu ve çok da mutlu olduk. Etraf yemyeşil, vadinin ortasında, dere kenarında harika bir köy, etrafı yüksek dağlar ile çevrili, irtifa 3000m'ye kadar çıkıyor. Tor des Geants'da buradan geçiyor yani TOR'un parkuru ile ortak kısımları var, çok etkileyici bir yer. Nefis bir İtalyan yemeği ile akşam kendimizi ödüllendirdik. Sabah kahvaltı sonrasında  Aylin ile birlikte yarışın başlangıç noktası olan Gressoney'e giderek hem yarış kitimizi aldık, hem de zorunlu malzeme kontrolünden geçtik. Bugüne kadar geçirdiğimiz en sıkı kontrol oldu. Zorunlu malzeme listesindeki tüm maddeleri yere numaraları ile yazmışlar; siz kendi malzemenizi ilgili yere koyuyorsunuz , bırakıyorsunuz ve böylece herkesin tüm malzemelerinin tamamı kontrol ediliyor. Farklı olarak  bu yarışta zorunlu malzeme listesinde acil durum battaniyesi yok, onun yerine bivac torbası taşımak zorunlu. Eğer sizde yoksa organizasyondan satın almanız mümkün; bu tercihinizi de kayıt esnasında yapıyorsunuz. Kitinizi teslim alırken bivak torbanız size veriliyor. Kısa ve sorunsuz geçen  kayıt sonrası start anını beklemeye başladık; normalde yarış 13 00 da başlayacaktı. Terslik olacak ya Grachen'den katılan koşucuları starta taşıyan araçlardan birisi arızalanınca  yaklaşık 2 -3 saat onları beklemek zorunda kaldık ve böylece yarışın startı doğal olarak  gecikti. Bu bekleme dönemi sevimsiz oldu, çünkü hafif bir yağmur yağdı ve dışarıda beklerken ıslandık. Start hattında bulabildiğimiz banklarda 2-3 saat beklemek zorunda kaldık. İnsanın konsantrasyonunu bozan bir durum, başedebilmek lazımmış. Bu beklemenin ön göremediğimizbir olumsuz etkisi daha oldu, hava erken karardı, özellikle zirvede bizi çok yavaşlatan bir faktör oldu.






Yarışın başlangıcında, eğim grafiğinde göreceğiniz üzere çok uzun bir tırmanış ve bu tırmanış ile ulaştığınız 3000m yükseklikte bir kayak kulübesi içine yerleştirilmiş ilk küçük CP  ( Gabiet) ya da su istasyonu vardı. Yüksek irtifa özellikle 2500m den sonra beni çok etkiliyor ve yavaşlatıyor çünkü oksijen yetmiyor, nefes almakta zorlanıyorum; malum deniz kenarından kalkıp gidince ister istemez irtifanın olumsuz etkileri ile yüzleşmek zorunda kalıyorsunuz. Bunun yanında alışkın olmadığımız 3-4 saatlik,  çok uzun bitmek bilmeyen çıkışta tüm depoları tüketiyor.  Ulaştığım CP'de görevliler bana hiç vakit kaybetmeden koşmamı çünkü cut-off'a çok yaklaştığımı söyleyince gerçekten şaşırdım. Daha durun dedim, yarış yeni başladı henüz 15Km 'de insan nasıl cut-off a takılır? Ama gerçek böyle  kabullenmekten başka çözüm yok. Aslında bu aşamadan sonrası koşmaktan çok koşturmaca halini aldı.

Benim için zaman ile yarış, 15.K'de  başlamış oldu,  hiç dinlenemeden CP'den ayrılıp olanca gücümle 30K'da ki Alagna CP'sine doğru ilerlemeye başladım. Aylin'i uzun çıkış sırasında uzaktan görmekteydim ancak bu iniş sırasında hiç göremedim, sonradan öğrendiğime göre yaklaşık 15/20  dakika önümden gidiyormuş. İniş çok taşlı ve bitmek bilmeyen kısa ve uzun aralıklı keskin S-dönüşlerden oluşan single track bir patika. Hızlı koşmak gerçekten zor, gerçi dizim yavaş koşmaya dahi izin vermiyordu. Çoğu yeri tempolu yürüyüşle geçerek Alagna'ya ya kadar olan 15 K 'yı olabildiğince hızlı inmeye çalıştım.

Alagna CP'sine girmemle dışarıya atılmam bir oldu. Bu yıl koşu kampında tanıştığım Sevgili Greham, o CP'nin sorumlusuydu ve kapıdan  bir kaç koşucuyla birlikte girdiğimizde "3 dk içinde kapıları kapatacağını eğer devam etmek istiyorsak dışarıya çıkmamızı"  söyledi. Hava karardığından, bu koşucularla hep birlikte devam etme kararı vererek son bir gayretle yeniden koşmaya başladık.

Önümüzde Macugnaga'ya kadar geçmemiz gereken 25 K var.  Parkurun bu bölümünde çok uzun bir tırmanış ve çok uzun bir iniş bizi bekliyor. Bizim için kabus bu çıkışta başladı çünkü arkamızdan gelen sweeper-süpürücülere  yakalandık. İnanılmaz sinir bozucu bir durum; biliyorsunuz ki artık arkanızda kalan herkes yarışı bıraktı. Dolayısıyla siz parkurda ki koşucuların en arkasındasınız, en sona kalmamak için çaba sarfediyorum. Birlikte koştuğumuz guruptan bir kaç kişiyi geçiyorum ve kendimi en sonda olmadığım için tebrik ediyorum. Ancak bir süre sonra o koşucuların bazıları bana yetişip geçiyorlar ve yine sona kalıyorum. Bu döngü defalarca tekrarlandı. Benim esas güvendiğim  iniş sırasında tempo yaparak  bu guruptan koşarak uzaklaşma beklentisiydi ama iniş o kadar sevimsiz ki ( Aylin'in deyişiyle çok pis ) koşmak mümkün değil. İri taş parçaları ayağınıza batıyor ve ciddi bir ağrıya sebep oluyor, ayağınızı basacak düz yer bulmak mümkün değil.  Zaten ağrıyan diz üzerine acıyan ayak tabanı eklenince ister istemez yavaşladım. Üstelik 2500 üzerinde irtifa, nefes almayı olumsuz etkilediğinden   cut-off kaçınılmaz görünüyor. Bir kadın koşucu tam bir hırs küpü şeklinde sürekli organizasyonu eleştiriyor, saldıracak yer ve kişi arıyor, 5 dakika tam hızla koşuyor, sonrasında herkes onu geçiyor; aslında devam edecek enerjisi kalmamış ama kendisiyle savaşıyor, bu durumu bir türlü kabul edemiyor. Aslında benzer duyguları hepimiz yaşıyoruz, ben daha rasyonelim önce sağlık diyerek kendi  kendimi teskin ediyorum. Oysa işin aslı bu zorluktaki yarışa hazır olmayan bizmişiz. Sabaha karşı ulaşabildiğimiz Macungana'ya 15-20 dakika ile cut-off sınırını kaçırdık. Bu gecikme nedeniyle  yarış benim için orada bitti, parkurun 55K'sini geçebildim.  Aylin sınırda bir zaman ile bu CP'yi geçerek devam etmeyi başardı. CP'de bizi Grachen'e transfer edecek otobüsün gelmesi birkaç saat bekledik. O sırada farkında değildim ama start noktasına en uzak noktadayız ve buradan neredeyse 3 saatlik bir otobüs yolculuğu ile geri dönebileceğiz. Macungana çok güzel bir alpinist kasaba, her yerde spor mağazaları ve tırmanış, kayak, tur kayağı rekamları var. İşin aslı beklerken sıkılmadan zaman geçirdikve CP'de 2 saat kadar uyuyabildik. Grachen'e döndükten sonra  saat  öğlen 1'i buldu yemek ve hasar kontrolü yaparak  Aylin'i takip etmeye, finishe gelmesini beklemeye başlıyorum.

Harita üzerinde o kadar zaman sınırında hareket ediyor ki onun da cut-off'a takılması an meselesi. Telefon ile ulaşıp malum şikayetlerini dinleyip ona destek olmak istiyorum ama çok zorlandığı besbelli. Buzul geçişini yapmış, 3200m irtifada devam etmeye çalışıyor. Stres ile geçen birkaç saat içinde köy meydanında yarışı bitirenleri karşılamaya gittim.  Ortam tam bir karnaval gibi, herkes orada, Lizzy yarışı bitirenlere Nepal'den getirdiği dua bayraklarını hediye ediyor ve onlara bir atkı takarak ödüllendiriyor; kıskanmadım desem yalan olur. Ortalıktaki koşucuların pek çoğunda Amerikada 100 mil koşularında verilen büyük tokalı kemerler mevcut. Ünlü North Face koşucusu Sebastien Chappeu 4 stage yarışını birinci olarak bitirdi ve tanışma imkanı buldum. Tam bir koşu panayırı, bitirme anonslarını UTMB'yi sunan  İngiliz sunucu yapıyor. Müthiş enerjik ve neşeli  bir insan.






Aylin'in çok kritik bir yarış koştuğunun farkındayım  ve onu karşılamaya karar veriyorum. Bu halimle parkura tersten girerek onu karşılamaya çıktım. Birkaç kilometre ileriye giderek onu beklemeye başladım ama zaman geçmek bilmiyor, bir türlü gelmiyor.   Cutt-off'a çok kısa bir süre kala nihayet onu buldum.  Pacerlik yaparak tüm kalan gücüyle koşmasını istedim, bana parkurla ve benim bulduğum yarışlarla ilgili söylediği hoş sözleri duymayarak tabi ki!  Bu kadar zor yarışı bitirirken son  dakika kazası olmadan, yanlış yola dönmeden, köyün içinde kaybolmadan ya da  benzeri bir terslik yaşamadan yarışı bitirmesi gerekiyor, zaman o kadar azaldı ki en ufak hatayı telafi etmek mümkün değil. Bu düşüncelerle, ikimiz  birlikte 4 / 5 pace ile finish'e kadar birlikte koştuk: 27:57:40 , yalnızca 2 dakika kala bitirdi. Yarışı zamanında bitirebilen son koşucu Aylin oldu ve yaş gurubunda 3. olarak büyük başarı sağladı. Bu yarışı toplamda yalnızca 47 koşucu bitirebildi.  Müthiş bir başarıydı, canı gönülden tebrik ediyorum. Hele bu yıl katıldığım kamptan ve parkuru gördükten sonra ne kadar zor bir yaptığına ve müthiş başarı olduğuna bir kez daha inandım. Bu kadar zor bir 100K yarışı belki Grossglöckner Ultra olabilir, gördüğüm diğer yarışlar yanına yaklaşamaz diye düşünüyorum.




Bu yarışı bitirememek fena halde içimde kaldığından bu yıl  4 etap/stage yarışına gelmeyi ve parkurun görmediğim kısmını koşmayı planlıyordum. Ancak UTMB kurası çıkınca  bu mümkün olamadı. UTMR'nin koşu kamplarını araştırken tam da UTMB'nin 6 hafta  öncesinde düzenlenen bir kamp olduğunu görerek, hem UTMB için hazırlık olur  hem de parkuru görme isteğiyle temmuz ayında düzenlenen kampa katılma kararı aldım.  Yazının bundan sonrası bu kamp ile ilgili olacak.




Kamp Organizasyonu


Öncelikle Kora  Explora'nın, Lizzy ile birlikte düzenlediği farklı koşu kampları var. Bunların bir kısmı Nepal'de, çoğunluğu ise Monte Rosa  Cervinia ve Mattehorn'da düzenleniyor. Bu kampların bazılarına katılmak için Advanced-ileri seviyede olmanız gerekiyor, dolayısıyla kampları araştırırken lütfen bu detaya dikkat edin, bana sonra teşekkür edersiniz.

Kamp ulaşim dahil toplamda 6 gün sürüyor, bunun 4 günü koşu kalanı ulaşım için.

İlk gün akşam saat 18 de Grachen'de otelde tüm koşucular bir araya geliyorsunuz ki bu çarşamba günü oluyor. Buluşmada ekibe benim gibi yeni katılanlar ile tanışılıyor çünkü diğer koşucuların bazıları bu kamplara sürekli katılıyorlar yani birbirlerini çok iyi tanıyorlar. Bu sizin kaynaşmanıza engel olmuyor, hemen diğer koşucularla  kaynaşıyorsunuz, o kadar çok ortak yarışa katılmışlığımız ve dünya küçük dedirtecek ortak arkadaşlar çıkıyor ki 1/2 saat sonra herkes can ciğer kuzu sarması oluyor  Bu kamplara yalnız katılmaktan sakın çekinmeyin.

Gurubumuz inanılmaz , Türkiye'yi ben temsil ederken, Avusturya'da dağlarda  yaşayan bir Japon koşucu, 2 tane İsrail'den katılan koşucular Liat ve Tara,  İtalyadan İta ,  İsviçre'li Marcus, Fransız Marie, İngiltereden de Lizzy dahil 8 kişiyiz. İtalyan koşucu İta, Sevgili Gürkan Açıkgöz'ün arkadaşıymış ve  5 kıtada koşu projesini o da yapmış.  Norveç'te birlikte koşmuşlar, güzel sürpriz oldu. Katılanların performansları çok etkileyici. İta ve Marie,  Tor des Geants yarışını 124 saatte bitirmişler  ve Marie yaş gurubu ikincisi, ikisi de çok sayıda 100 mil yarışı koşmuşlar,  Marcus Ultra  3 pass yarışını geçen yıl 19 saatte koşarak yaş gurubu birincisi olmuş, Liat TDS ve 2 tane 100mil yarışı koşmuş, diğer koşucular ise birkaç tane 100 K  koşup gelmişler, Japon koşucu ve Marcus  3 hafta düzenlenen aynı koşu  kampına da katılmışlar,   yani ekip sağlam.

Kısa bir brifing veren Lizzy sadeliği ve mütevazi kişiliğiyle bizi karşıladı, o ev sahibi biz misafir modundayız. Hepimize Nepal dua bayrağı, softflask suluk ve bandanan oluşan hediye paketi dağıttı. Programı anlattı, sabah 5 30 kalkış, 06 00 kahvaltı, 07 00 çantalarımızın arabaya teslimi ve koşuya başlama. Akşam bitirdikten sonra hep birlikte yemeğe gidiliyor ve gecikmeden dinlenmeye çekilme. Bu program hergün aynen uygulandı. 

Herkes yarışın tüm zorunlu malzemelerini koşu çantasında yanında taşımak zorunda, kafa feneri dahil.  Lizzy bu konuda ısrarla  uyardı bizi, önceden bir mail ile de aynı uyarıyı yapmıştı. Siz koşarken, organizasyon eşyalarınızın olduğu  çantanızı bir sonraki kasabaya-otele araba ile gönderiyor. Bu taşıma işini tek kişi yapıyor ve yer sınırlı. Eğer sakatlanırsanız veya acil bir durum yaşanırsa yine aynı araç ile sizi transfer edecekler, o  nedenle çantanızın 8 kg ağırlık sınır var. Fazla eşyalarınızı  otelde bırakabiliyorsunuz, nasılsa 4. gün sonra buraya döneceğiz.  Eğer bu miktara kadar küçülemezseniz size nelere ihtiyacınız olmadığını anlatıp, küçülmenize yardım ediyorlar. Sonuçta 3 günlük koşu malzemesi ve kuru giysi gerekli. Zaten kampın sonunda yanımda ki malzemelerin neredeyse yarısını hiç kullanmamış olduğumu farkettim. İnsan yine de yanında kuru giysi, ilaç vb  olsun istiyor. Benim tercihim her gün için temiz şort-t shirt-çorap-bandana taşımak oldu ve yalnızca bunları kullandım. Bunun dışında getirdiğim giysilerin çoğunu kullanmadım bile. Yedek ayakkabı taşımak iyi fikir bence.  Onlar o kadar alışkınlar ki bir çift ayakkabı, 2 short ve T shirt ile tüm kampı bitirdiler desem yeridir. Aslında gerçekten çok eşyaya ihtiyaç olmuyormuş ama biz Türkler biraz tedbirliyiz diyelim.

Bu işi hallettikten sonra köy de hep birlikte yemeğe gittik ve Kora Explore'un sahibi ve UTMR yarışının düzenleyicisi Richard'da bize katıldı. Burada yalnızca Lizzy değil çok  sayıda elit atletin kamp yaptıklarını, UTMB öncesi yüklenme dönemini burada geçirdiklerini  anlattı. Lizzy, bizi beklerken günlük koşusuna çıktığını ve parkurda Christofer McDougal'ın " Born To Run "kitabındaki kadın koşucu olan Jenn Shelton ile karşılaştıklarını anlattı. Jenn de sanıyorum Mammut markasının koşucusu. Okumadıysanız ,"Born to Run" kitabı hemen okumanızı tavsiye ederim.  Elitler dışında da ortalıkta çok sayıda full ekipman ile koşan kişiyle karşılaştık, galiba doğru yerdeyiz.


Birinci Gün

Bence en zor gün birinci gündü; çünkü çanta vb angarya işleri bu sabah  tamamladık, yol yorgunluğu ister istemez etkiliyor ve Lavaredo Ultra'da 97Km'de bana stratejik yarıştan çekilme kararı aldıran  dizim fena halde ağrıyor. Bu dizle 4 gün arka arkaya hergün yaklaşık 40K ve 3000m tırmanış nasıl olacak bilemiyorum. Bu endişelerimden bahsettiğim Graham, fizyoterapi sertifikası olduğunu izin verirsem dizime bakacağını söyledi. Gerçekten koşuyla o kadar ilgili ki ve o kadar çok diz sakatlığı görmüş ki sorunu hemen tanımladı: Dizim sağlam, sorun Hamster kasındaki kronik spasm ve inanılmaz sertleşmeymiş. Hemen 10 dakika ağlatacak kadar ağrılı bir masaj ile kası serbestleştirdi. Sonrasında günün sonunda yine beni bekliyor, bu masaj işi 3 gün sürekli tekrar etti ve ben de  bu sayede kampı tamamlayabildim. Merak edenlere anlatayım, IT band veya runners knee değildi benim problemim, yokuş çıkarken diz kapağımın altindan gelen şiddetli bir ağrı ve çekilme adeta kopma hissi yaşıyordum. Ağrı diz ekleminin önünde patella-  diz kapağının arkasındaydı.  Adım aralığı büyüdükçe ya da eğim dikleştikçe ağrı da artıyor, mecburen çok küçük adımlarla çıkmanız gerekiyor. Dizinizin beton gibi sertleştiğini hissediyorsunuz. hamster'lar sürekli kasıldığı için diz kapağını sürekli arkaya çekiyor, patella gevşeyip normal hareketini yapamıyor.  Genelde inişlerde ağrı olmuyordu.

















İlk etap Grachen den başlayıp Zermatt'da sona eriyor, yaklaşık 37K ve 2900m tırmanış mevcut. Kesinlikle tüm parkurun en kolay bölümü burası ve dizimi test etme imkanı verdi.    Bir çeşit ısınma parkuru oldu ve bildiğimiz Alplerde ki diğer ultralara çok benzeyen bir parkur.  Orman içinde, vadilerde, dere kenarlarında bir kısmı single track patikalarda koşuluyor ve çok ama çok  keyifli. Sakın bu parkura bakıp kalanı da böyle olacak diye düşünmeyin, parkur her geçen gün  zorlaşıyor. İrtifa arttıkça bitki örtüsü kaybolup yerine  buzul, kar  geçişleri, taşlı kayalı çok teknik ve koşulamaz bir zeminde devam ediyor. Ancak bu etaplar çok ama  çok güzel, etkileyici ve elbette kırıcı. Mental olarak çok hazır olmanız gerekli. Aynı gün içinde hem orman içinde yemyeşil bir sürü çiçeklerin arasında koşuyorsunuz hem de buzul gölleri etrafında .





O sabah  koşarken patikada karşılaştığımız  İspanyol koşucuda izin isteyerek bize katıldı, o da Zermatt'a kadar koşacakmış. Zaten aynı anda 5 dil konuşulan gurubumuza bir de İspanyolca eklendi. Bu etabın sürprizi taşlardan oluşan bir çığın patikayı kapatması oldu. 1000 metreküplük kayalardan oluşan çığ düşmuş ve patikayı kapatmış. Çığ bölgesine ulaştığımızda halen düşmeye devam eden kayaların sesleri geliyordu. Bizde olsa üzerinden atlayarak geçerdik diye düşünürken, Lizzy, parkurun bu bölümünü geçmeyi riskli bularak o noktadan bizi geriye çevirdi ve aynı patikayı ters yönde koşarak geri döndük, aşağıdaki vadiye indik ve tehlikeli bölümden yolu 5/6 K uzatarak kurtulmuş olduk. Bu bölümü geçtikten sonra yeniden tırmanmaya başlayarak gerçek yarışta da CP olarak kullandıkları kayak restauranına ulaştık. Bu noktadan aşağıya inerken önümüzdeki vadiyi tamamen çelikten yapılan bir asma köprü kullanarak geçeceğimizi gördük. Benzerlerini yalnızca Nepal'de gördüğüm  vadi tabanından çok yüksekte (boğaz köprüsünden daha yüksek) ve çok uzun tek kişilik bir asma köprüden geçeceğiz. Bu köprü geçişleri en hafif deyimiyle sizi tedirgin ediyor. Bu köprü üzerinde yalnızca tek kişi yürüyebiliyor, karşıdan birisi geldiğinde yol vermek bir iş. Bunun dışında rüzgar ve salınım nedeniyle sizi havada sallanıyormuş hissi ile karşıya olabildiğince hızlı geçmeye zorluyor, yükseklik korkusu olanlar için biçilmiş kaftan, korkunuzu kesin yenersiniz.  Bu arada öğle yemekleri ve çay-kahve molalarında parkurda alışveriş yapmak zorunda olacağınız için yanızda kredi kartı ve 20 euro kadar nakit taşımanızı öneriyorlar. Elbette tüm parkurda pasaportunuzda yanınızda oluyor. Akşam saatlerinde vardığımız Zermatt'da bizi Mattehorn'un muhteşem görüntüsü karşıladı, eğer görmediyseniz  Mattehorn'un fotografını Tobleron kutuları üzerinde bulabilirsiniz. Zermatt çok güzel turistik bir kasaba, mutlaka görmenizi tavsiye ederim. Söylemeden geçemeyeceğim, hem bu kasaba hem de Grachen dahil köylere her tip dizel veya benzinli  araç girişi yasak, giriş yalnızca elektrikli araçlar ile yapılabiliyor. Aracınızı büyük otoparklara bırakıp , transfer edilmeyi bekliyorsunuz. Böylece yerleşim yerlerinde  sıfır egzos emisyonu mevcut, bu kadar medeniyet çok fazla geldi desem yalan olmaz. Çok hoş bir otelde kaldık ve her etapta bu böyle devam etti, konaklama da sıfır sorun yaşanıyor, rahat olun. Sabah 07 'de koşarak  başlayan günümüz akşam 8'de pizzacı'da sona erdi. Yarın ki etap oldukça zor olacağından akşam 9 30 gibi dinlenmeye çekildik.

İkinci Gün

Zermattan başlayan parkur İtalya'da Gressoney'de bitiyor. Toplamda 43 K kadar uzunlukta ve 3000m  tırmanış var. Bu  etapda parkurun en yüksek noktasına buzul geçişi yaparak ulaşılıyor (3300m) ve tam orada İtalyan sınırı geçiliyor. Tırmanış köy içindeki patikalarda , orman içinde,  ağaç kökleri arasından başlayıp oldukça dik olarak yükseliyor ve oldukça teknik bir zeminde sona eriyor. Son 1 saatlik bölüm bildiğiniz kayalar üzerinde tırmanarak  geçti. Buzul geçişi öncesinde uğradığımız kayak kulübesinde Graham  sürpriz pasta ile bizi bekliyordu. Ekibin İsrail'li koşucularından Liat'ın doğum günüymüş. Pasta ve sıcak çay, buzul öncesinde ilaç gibi geldi.  Buzul tırmanışı öncesinde Lizzy, uzun teknik pantalon ve ceketini giydi.Konuşmasına gerek yok, annesini izleyen yavrular gibi kadın ne yaparsa aynısı yapıyoruz zaten. Giyniyor, giyiniyoruz, pantolunu çıkarıyor çıkarıyoruz. Lizzy batonları çıkardığı zaman herkes kendi batonunu çıkarıyor; kimsenin aklına "ben batonsuz gideyim" demek gelmiyor. Lizzy , o kadar güçlü ki hepimizde müthiş bir saygı uyandırıyor. Ekibin genel hızına göre en önden giderek tempoyu belirliyor. Çok iyiyseniz o da hızlanıyor ama hiçbir zaman onu geçmenize izin vermiyor; limiti yok siz  hızlandıkça Lizzy daha da hızlı  gidiyor.

Söylemeye gerek var mı bilemiyorum ama 2500m üzerinde hava sıcaklığı belirgin azalıyor ve özellikle zirveye yakın geçitlerde  rüzgar nedeniyle ısı aniden düşüyor;  yarışa gelirseniz bu değişimi yaşamadan önce uzunları mutlaka giymenizi öneririm hatta eldiven iyi fikir. Buzul   geçişini yaparken bir sürpriz daha yaşadık; İsviçre Kayak Milli takımı antreman yapıyordu. Onlar kayakla biz koş-yürü yaparak aynı buzulu paylaştık. Buzulun zirvesine ulaştığımız nokta parkurun da en yüksek noktası oldu ve İtalyan Bayrağı bizi karşıladı. Artık Cervinia Kayak merkezindeyiz. Bu noktadan inmeye başlayarak, 3000m yükseklikte buzul göllerinin arasında koşuyorsunuz. Doğa inanılmaz, çok keyifli ve bir o kadar da zorlu bir parkur zemin çok taşlı.  Eğer irtifaya alışmakta zorlanırsanız bu etap ciddi zor olabilir. Eğer rahat nefes alabilirseniz bir o kadar keyifli. Yüksek irtifada göller arasında jog temposu ile koşuyorsunuz. Bu yarışa gelmeyi düşünenlere mutlaka Aladağlar gibi teknik ve yüksek irtifalı bir parkurda hazırlık yapmalarını öneririm.


Üçüncü Gün





 Gressoney'den başlayan  Macugnaga'da biten etap, yaklaşık 45K ile en uzun etap ve tırmanış miktarı 3400m kadar. Benim için geçen yıl ile hesaplaşma zamanı geldi. Gündüz gözüyle parkuru geçeceğim, geçen yıl koşamadığım yerler neresiymiş, nasıl koşulurmuş anlayacağız. Bu sabah İsrail'li arkadaşlarımız parkurun çok zor olduğunu söyleyerek, ilk uzun tırmanıştan sonra teleferik ile Gressoney'e döndüler ve yolun kalanını araba ile gitmeye karar verdiler. Üstelik bu koşuculardan Liat daha önce  TDS ve birkaç tane 100 mil yarışı bitirmiş olmasına rağmen parkuru sert bularak belki biraz da arkadaşını yalnız bırakmamak için  bu etabı pas geçtiler. Enerjilerini toplayıp, iyice dinlenip yarın son etaba bizimle gelecekler. Geçen yıl bana cut-off'ta olduğumu söyleyen CP'ye ulaştık ; burası 3000m de sisler arasında buz gibi bir kayak evi. Ancak bu kez kahve ve kurabiye ile tadını çıkarıyorum ancak hava yine kapalı, gündüz olmasına rağmen hava karanlık ve yoğun bir sis bulutu içindeyiz. Ortam gerçekten zorlayıcı, bu kez nefes alabildiğim için mutluyum. Büyük ihtimalle aşağıya iniş bölümünü ki Alagna'ya kadar 15 K non stop iniş var, koşabileceğim diyorum. Hava sisli ve nemli olduğundan taşlar çok kaygan. Ekibimiz 2 kişi eksilince çok daha hızlandık, hiç oyalanmadan, üşümeden devam ediyoruz. Bir ara Lizzy'nin arkasında koşmaya başladım. Yaklaşık 15 dakika non stop yüksek pace ile yokuş aşağı koştuk. Daha doğrusu o koştu bana tempo verdi ve onun tekniğini izlememi istedi. O kadar sık ve hızlı adım atıyor ki neredeyse saymak mümkün değil, bu hızlı inişin ilk ipucuydu. İkinci önerisi sürekli yerçekimi yönünde koşmayı önermesi oldu. Su dökülünce nereye akarsa o tarafa doğru koşmamız gerektiğini söyledi. Üçüncü ipucu, inerken yön değiştirmemek oldu. Yön değiştirmek düşme riski yanında ciddi fren etkisi yapıyor. Söylemesi kolay ama bunları uygulayabilmek için çok kuvvetli quadlar ve oldukça yoğun antreman gerekiyor.  Alagna sonrasında yine çok uzun bir tırmanış ve sonrasında Macugnaga'ya doğru çok uzun bir iniş bizi bekliyor. Ayni gün içinde koşarak 2 tane 3000m lik dağa çıkıp zirve yapacağız. Yaklaşık 2900m irtifadaki geçidi aşınca hava iyice  bozdu ve yağmur yağmaya başladı; yeniden tüm malzemeler giyildi. Zaten kaç kez giy çıkar yaptığımı hatırlamıyorum; sürekli bir giyin soyun modundayız. Hiç üşenmiyorlar, biraz idare edelim demiyorlar . Sürekli giyin soyun şeklinde değişen hava koşullarına uyum sağlamaya çalışıyoruz.  Bu arada merak edenleriniz mutlaka vardır, ne Lizzy ne diğer koşucular jel vb tüketmiyorlar. Lizzy normal gıda - solid food - tüketiyor; pratikte peynirli sandviç yiyor. Diğerleri de benzer şekilde besleniyor, tuz tableti, elektrolit solusyonu vb dsestek alan yok.

İkinci zirveyi geçtikten sonra yağışın da etkisiyle yavaşladık ancak sabit bir tempoda devam ettik. Bu etapta neredeyse hepimiz bir şekilde düştük. Ancak kimsede ciddi bir sakatlık, incinme olmadı. Ufak sıyıklar ve biraz ağrı dışında sorunsuz olarak Macugnaga'ya ulaştık. Aklımda kalandan daha güzel bir kasabaymış, yemyeşil. Bütün evlerin balkonlarında çiçekler masalsı bir ortam. Akşam enfes İtalyan pizzaları sonrası dinlenmeye çekildik. Aklıma gelmişken uyarayım, otellerde çamaşır yıkama servisleri var. İsterseniz koşu malzemenizi yıkayıp kurutup size veriyorlar.

Dördüncü Gün

İtalya ile vedalaşma günü, Macugnaga'dan başlayıp, turu tamamlayıp yeniden Grachen'e döneceğiz. Benim için geçen yıl parkurun göremediğim kısmını koşma imkanı olacak hem de gündüz . Yaklaşık 44K ve 3000m tırmanış içeren parkur, oldukça teknik. Büyük bir tırmanışla başlayan parkurun zirvesinde yarışın ana sponsoru olan ON-Cloud firmasının CP'si var. Bu CP'nin hemen 30 m üzerinde bir Madonna heykeli var. İnsanlar onu ziyaret etmeye geldiğinden ortalık kalabalık. Biz bu kalabalığı geçerek ilerleyip dağın arka yüzüne geçtik ve son derece dik ve teknik bir etap ile inişe geçtik. İnişi tamamladıktan sonra bir baraj gölüne ulaşıyorsunuz ve göl kenarında yaklaşık 30dk'lık bir jog ile geçilen dümdüz bir alan var. Bu geçiş sırasında Lizzy önden kendi temposunda gitmeye başlayıp herkesi serbest bıraktı. Ben de elimden geldiğince   Lizzy, Marie ve Marcus'u kovaladım, 1-2 dakika arkalarından bu bölümü bitirebildim ve kocaman bir "aferin" aldım, Lizzy'den.



Yolda yine İtalya-İsviçre geçişi yaptık. Parkurun  yaklaşık yarısında Saas-Fe isimli İsviçre kasabasına ulaşıyorsunuz.  Burada migros-coop ve bizim tercih ettiğimiz fırın arasından bir tercih yapıp öğlen yemeğinizi yiyorsunuz.  Saas Fe'ye ulaştığımızda aramızdaki en formda koşuculardan olan Marie, bırakma kararı aldı. Dünkü düşme sırasında ayak bileğini incitmiş, ağrı ve ödem nedeniyle risk almak istemedi.

Sonrasında ki bölüm özellikle son 20 K oldukça yüksek irtifada sanıyorum 2200m civarında ve  vadi boyunca zirveye paralel koşuluyor, bitmek bilmeyen ufak inişler ve küçük tırmanışlardan oluşuyor. Sağ tarafınızda vadinin tabanına kadar oldukça dik ve neredeyse dik bir iniş var, düşmeyin sakın.  Burayı geçmek saatler sürdü, Aylin'in neden yavaşladığını anlamış olduk. Bildiğiniz duvara döşenen zincirler ile güvenliğin sağlandığı, düşme riski olan bölgelerde geçiyor. Çok sayıda dere üzerinden,  taşların kaymasıyla oluşmuş kayalar üzerinden sanki çarşak geçişi  gibi atlayarak geçiyorsunuz. Bazen de derelerin çok güçlü olduğu yerlerde, derenin altından geçen tünellerden geçiş oluyor. Pek alışık olmadığımız bir geçiş şekli,  karanlık ve kısa sürede geçilen çok sayıda tünel mevcut. Geçiş 1-2 dakika sürüyor,  üzerinizden dere akıyor. Bir diğer güzelliği ise parkurda  dağ keçisi - Steinboch yaşam alanından geçmeniz, çok sayıda size eşlik eden ve dik uçurumlara nasıl çıkılacağını gösteren dostunuz oluyor. Bazı bölümlerden aynı anda tek kişi geçmenize izin veriyorlar, oldukça riskli alanlar var. Son günün yorgunluğu ile kimse risk almak istemiyor ve ister istemez yavaşlıyoruz. Bu geçiş ufukta gerçekten en uzak noktada ki dağın zirvesindeki bir kayak istasyonunda bitiyor. Bu istasyona Grachen'den teleferik ile ulaşılıyor yani buradan sonraki  5/6 K da tatlı bir jog ile tamamı yokuş aşağı ve yine tablo gibi  bir göl kenarından, orman içinden  geçerek köy meydanında bitiyor.

Grachen'e geç ulaştığımız için kendimizi direkt lokantaya atıyoruz ve kendi kendimizi kutluyoruz.




Dunyanin Catisina Yolculuk 

Nepal Manaslu Circuit Yürüyüş Raporu



HE WHO IS OUTSIDE HIS DOOR ALREADY HAS THE HARDEST PART OF HIS JOURNEY BEHIND HIM.
— DUTCH PROVERB





Namaste,
Sevgili Koşucu Dostlar,


Herkesin sınırlarını öğrenme ihtiyacı oluyor ya, herkesin yapmayı hayal ettiği bir seyahat vardır ya, ben de hem bu yıl koşacağım UTMB hazırlığı amacıyla hem de kendi sınırlarımı görmek için Nepal’e gitmeye karar verdim. Bu raporda kendi tecrübemi merak edenlerle paylaşmak istiyorum.

Nepal'de yürüyüş yapmak isterseniz pratik olarak 4 ana rotadan birisini seçmeniz gerekli. Elbette alternatif rotalar var ve sınırsız, ülkenin tamamı parkur. Bunların en meşhur olanı ve de en eskisi  elbette Everest Ana Kamp yürüyüşü, diğerleri ise Annapurna Circuit, Manaslu Circuit  ve Langtang Vadisi rotaları. Bunların değişik varyasyonları da mevcut, daha kolay daha zor, daha uzun daha kısa veya daha yüksek daha alçak gibi. Bunları tek tek veya zamanınız varsa bir arada yapabilirsiniz. 




Bizim tercih ettiğimiz rota Manaslu oldu; bunun birkaç sebebi var: Öncelikle uzunluğu 250 km ve bunu sıkı yürüyüşle 10 günde tamamlamak mümkün.  At nalı şeklinde bir parkur, 8163m.'lik Manaslu Dağının etrafında saat yönünün tersine yürünüyor. Katmandudan  araçla başlangıç noktasına gidip dönüşte de benzer şekilde başlangıç noktasına dönüyorsunuz. Harita üzerinde kolayca bulacağınız üzere, biz başlangıç noktası olarak Soti Khola köyünü seçtik ve Besi Sahar'da ise bitirdik.



İkinci neden en az bilinen, en az meşhur olan ve de en az turistik olan parkur olması, dolayısıyla kalabalık değil. Nepal’in gizli kalmış hazinesi. Eski Nepal’i görmeniz mümkün. 

Üçüncüsü ise en yüksek noktasında rakımın 5160 m olması ki bu rakım Nepal için görece alçak sayılıyor. Oysa Türkiye’nin en yüksek noktası olan Ağrı Dağı ile aynı irtifaya çıkıyorsunuz. Bizim için oldukça yüksek. Manaslu dışındaki  rotaları hızlı yapmak daha doğrusu kısa sürede tamamlamak pek mümkün değil genelde yürüyüş 3 hafta sürüyor.  Bizim zaman sıkıntımız nedeniyle bu tercih ön plana çıktı. Seyahatimize hem 23 Nisan hem de 1 Mayıs tarihlerini denk getirerek iş gücü kaybını azaltmaya çalıştık. Toplamda İstanbul’dan İstanbul’a kadar ulaşım dahil 12 gün sürdü. 

Önce genel bilgiler:

Nepal, Türkiye’den yaklaşık 7-8 saatlik uçuşla ulaşılabilen bir Asya Ülkesi ve resmen dünyanın çatısı, sınırların içinde dünyada ki 8000 m’den yüksek toplam  14 dağın 8 tanesi var, elbette  Everest başta olmak üzere. 7000 m. üzerinde çok sayıda 6000 m üzerinde ise sayısız dağ barındırıyor. 6000m’den alçak olanlara dağ demiyorlar, tepe diyorlar J Nepal’de tırmanışa açık tam 414 tane dağ var. Bu seyahate “dünyanın çatısına yolculuk” ismini vermemin nedeni işte bu. Türkiye’den, Thy ile direkt Katmandu’ya uçabileceğiniz gibi benim maalesef sonradan öğrendiğim bir seçenek olan Qatar havayolları ile Doha aktarmalı olarak uçmak  da mümkün. Üstelik hem Sabiha Gökçen’den kalkıyor hem de daha ucuz.













Havaalanında Karşılama



Seyahatinizi planlarken dikkat etmeniz gereken bir şey uçuşu Cuma veya cumartesiye denk getirmemek, çünkü Cuma yarım gün çalışıyorlar öğleden sonra tatil, cumartesi ise tamamen tatil, en iyi gün Pazar. Hem ülkeye girmek için hem de bu yürüyüş rotalarına gidebilmek için turist vizesi dışında ek izinler almanız gerekiyor ki bu izinlerini tatil günlerinde alamıyorsunuz. Sırf bu nedenle mecburen Katmandu’da kalış sürenizi uzatmanız gerekebilir. Trek yapılan bölgeler dünya koruma mirasında olduğu için hepsine ayrı ayrı  özel izinler ile giriliyor ve her birine ayrı ayrı giriş ücreti ödemeniz gerekiyor.  Eğer Everest ana kampına yürümek isterseniz ek olarak Nepal’den Lukla havaalanına ikinci bir uçuş ayarlamanız gerekiyor. Esas zorluk uçakla Lukla’ya gitmekte çünkü giderken veya dönerken hava koşulları nedeniyle uçamayıp, gecikmeler yaşamanız mümkün olabiliyor; bu nedenle programa 3 gün bekleme süresi standart olarak ekleniyor.  

Rehberimiz Bharat ile
Nepal’de Trek yapabilmenin bazı kuralları var. Öncelikle kendi başınıza bunu yapmanıza izin vermiyorlar. Yanınıza mutlaka 1 hatta 2 lokal rehber ve ek olarak hamal- taşıyıcılar almanız zorunlu. Bu onların tek gelir kaynağı; aslında sporcu olarak eşyalarımızı başka birisine taşıtma fikri son derece sevimsiz gelmesine rağmen zorunlu olarak kabul ediyorsunuz. Bir taşıyıcı, 2 turistin yükünü (15 er kg’dan toplam 30 kg) ve ek olarak kendi eşyalarını taşıyor ki neresinden baksanız 35-40 kg kadar bir yük ile sizinle aynı yolu yürüyor. Sherpalar aslında yüksek irtifada yaşayan ve son derece güçlü ve dayanıklı insanlardan oluşan bir ırkın ismi yani Sherpa demek hamal demek değil.  Bu tip yürüyüşler alçak irtifalardan başlayıp yükseldiği için yanınızda hem yazlık hem de kışlık malzeme taşımanız gerekli, dört mevsimi aynı gün içinde yaşamanız mümkün. Özellikle yağmur için önlem almanız gerekli. Yeri gelmişken bu yürüyüşler için en uygun zaman aralığı Nisan-Mayıs ile Ekim-Kasım dönemleri, bunun dışındaki dönemlerde aşırı yağış, yağmur veya kar olduğundan çok eziyetli olabiliyormuş.


Ağırlık başa takılan bantlar ile taşınıyor








Yemek Salonunda 



Katmandu’dan yürüyüşün başlayacağı noktaya kadar jeep-otobüs vb. araçlar ile karadan ulaşabilirsiniz. Alternatif olarak helikopter/uçak ile havadan ulaşabilirsiniz.  Everest ana kamp rotası için dünyanın en tehlikeli havalimanı olan Lukla’ya uçmanız gerekli. Uçmak istemezseniz, Lukla’dan Katmanduya 3 günlük karayolu yolculuğu gerekiyor ki zaten uzun olan programınızı daha da uzatıyor; neredeyse 3 haftayı buluyor.  Tabi ki seyahatin maliyeti de seçtiğiniz yola göre artıyor. Unutmamanız gereken bir konu da yanınızda taşıyabileceğiniz bagajın ağırlık limiti olması. İstediğiniz kadar eşya almanıza izin yok. Fazla eşyalarınızı size verdikleri ikinci bir çantaya yerleştirip Katmandu’da bırakmanız gerekiyor.   Eğer Katmandu’dan yürümeye başlayacağınız noktaya kadar kara yoluyla ulaşacaksanız bu limit 15 kg, hava yolunu tercih ederseniz 8-12kg.


Paketlenmiş Çantalar




Nepal Türk vatandaşlarına ülkeye girişte vize veriyor. Uçaktan inince otomatik makinalara pasaportunuzu taratıp, fotoğrafınızı çektirip bir başvuru formu oluşturuyorsunuz, sonra bu formla birlikte vize ücreti olarak 15 güne kadar 25 dolar, 30 güne kadar 30 dolar ödemek için tüm uçak dolusu insanla birlikte sıraya giriyorsunuz. Bunlar tamamlandıktan sonra pasaport kontrolünden geçiyorsunuz, bu işlemler neredeyse 1,5 saat sürüyor haberiniz olsun. Pasaportu geçtikten sonra da tıpkı havaalanına girerken olduğu gibi ek bir güvenlik kontrolünden geçiyorsunuz ve eğer varsa yanınızdaki içkileri- en çok da litrelik viskileri- alıyorlar, ülkeye sokamıyorsunuz haberiniz olsun L. Free shop’ta boşuna alışveriş yapmayın.




Bavullarımıza kavuştuktan sonra rehberimiz bizi karşılayarak Katmandu’nun korkunç trafikli sokaklarında küçük bir geziye çıkardı ve otelimize ulaştık. Trafik soldan akıyor ve sanki bilgisayar oyunu içindeymişsiniz gibi, tarifi mümkün değil; “Game Over” olmak an meselesi. İnanılmaz sayıda motosiklet var, kamyon, taksi, otobüs, insanlar sokaklarda uçarcasına gidiyorlar, kimse yol vermiyor, çekilmiyor tam bir kaos ve bunların ortasında elbette ki inekler var.  Fren gaz şeklinde bir yolculukla, elimiz kalbimizde gözlerimiz kapalı otele ulaştık. Orijinal planımız da ilk gün Katmandu’yu görmek ve gerekli izinleri- resmi işlemleri tamamlamak vardı. Otele ulaştığımızda öğleden sonra olmuştu bile ama hemen toparlanıp o kaosun içine kendimizi attık. İzinleri rehberimiz halletti. Şehrin sokakları inanılmaz karmaşık. Sokak satıcıları aklınıza gelen her şeyi satıyorlar, hediyelik eşyalardan değişik gıdalara kadar. İlk durağımız en büyük Budist Tapınağına gitmek oldu. Buralara giriş turistler için paralı yerli halk için ücretsiz, sanki Camiye girerken para ödemek gibiydi, sanıyorum kişi başı 2 usd kadar bir ücret ödedik. Bu arada şehir içi ulaşımda taksiler kullanılıyor ve tamamen pazarlık usulüyle çalışıyorlar; binmeden önce   pazarlığınızı yapın. Bir de araçlar Suzuki’nin en küçük modelleri yani rahatsız bir yolculuk yapılıyor. Tapınaktan sonra ölü yakma törenleri yapılan bir Hindu tapınağına gittik ama felaket bir yağmura yakalandık sanki gök delindi ve o tapınağı gezemeden otele bin bir macerayla döndük. Taksinin içinden dışarısı kesinlikle görünmüyor ve şoförler doğrudan korna sesi ile anlaşıyorlar. Sonradan da defalarca gördüğümüz üzere burada trafik işareti, kuralı beklemek vb yok yalnızca korna ile birbirlerini uyarıyorlar ve ilginç şekilde kavga etmeden birbirlerine yol veriyorlar. Bu deli yağmurdan 1 saat sonra ise hava pırıl pırıldı.











Katmandunun merkezinde Thamel caddesi üzerindeki otelimiz ki ismi de “Thamel”  her yerin merkezindeydi. Bu caddede çok sayıda dağcılık – trekking malzemesi satan dükkan var, tüm eksiklerinizi tamamlayabilirsiniz. Bu dükkanlarda aklınıza gelen veya gelmeyen her şey var, 8000 m üzerinde kullanılacak ekstrem ürünlerden su filtrelerine veya seyahat pantolonlarına kadar. Tabi ki fiyatlar pazarlık ile belirleniyor. Orijinal ürünler Avrupa ile aynı fiyata satılıyor,  LaSportiva’nın ayakkabıları, Salamon veya  North Face ürünleri  Avrupa ile birebir aynı fiyata satılıyor yani ucuza bulmak mümkün değil. Ama no-name  aynı kalitede ki  ürünleri çok daha ucuza bulmak mümkün. Çok sayıda hediyelik eşya dükkanları, yemek seçenekleri, dokuma-kumaş-şal-bere vb satan dükkanlar, el sanatları bronz heykeller, geleneksel bıçak-kılıç dükkanları, geleneksel dua bayrakları, geleneksel dokumalar, kaşmir vb. ürünler, Himalaya kasesi (etrafına tahta bir sopayla sürünce ses çıkaran bronz kase) satan yerler var. Çok eğlenceli bir cadde, sıkılmadan tüm günü geçirebilirsiniz. Bu cadde üzerindeki döviz bürolarında para bozdurmak gerekiyor. Bu seyahat sırasında yürüyerek geçeceğimiz köylerde bankamatik yok, kredi kartı yok yani nakit taşımak gerekli. Bizim turumuz sabah-öğlen-akşam yemeklerini ve kalacak yeri karşılıyor. Siz yalnızca içtiğiniz içkilerin parasını ödüyorsunuz. 10 günlük bir seyahat için 200-250 usd yeterli oluyor. En pahalı şey elbette su, Katmandu da 1 litrelik pet şişe suyu  25 cent ( ¼ usd ) ödeyerek alıyorsunuz, yol üstünde en çok 6 usd’a kadar fiyatı arttı. Bira fiyatları da 1.5 usd dan başladı en çok 7 usd ödedik. İyi haber biralar 650 mL J Everest isimli lokal biraları çok iyi tavsiye derim. Su için mutlaka klor tableti almanızı öneririm her yerde su var hem de bolca var yani suyu satın almak şart değil, ishal olmamak için dezenfekte etmek gerekli en azından alışana kadar. Bu su kaynaklarını hayvanlar da kullandığı ve etrafta bolca hayvan dışkısı olduğu için zorlayıcı bir faktör oldu. İyi haber şu ki ekipten kimse ishal olmadı.  









Geleneksel Şapkaları ile 

Kumaş Boyama



Yeri gelmişken ekibi tanıtmak isterim: Seval-İsmet-Selin-Berk-Murat-Cem.

Toplamda 6 kişiyiz. Murat benim üniversite yıllarından beri arkadaşım, ilk dağcılık eğitimini birlikte tamamladık ve sayısız yürüyüş ve kamp faaliyetini birlikte yaptık. Yıllar geçtikçe biraz paslansak da geçmişten gelen tecrübe ve doğa sevgisi bizi bu yolculuğu birlikte yapma konusunda destekledi. Aslında bizim dağcılık yaptığımız dönemdeki “Body’lerimiz” Altan ve Levent’de katılacaklardı yani yıllar sonra bir araya gelip rüya seyahat yapmayı istemiştik. Ancak Altan seyahatten 1 hafta önce antreman yaparken dizini sakatladı  L ve Amerika’da çalışan Levent ise iş yoğunluğu nedeniyle katılamayınca Murat ve ben Ankara Tıp Dağcılık kulübünü temsil ettik. Ekibimizin diğer dağcı üyesi Seval Hanım, İran’da ki 4000m.’lik bir tırmanıştan yeni dönüp bize katıldı. Ekibimizin en genç ve yeni evli çifti Sevgili Selin ve Berk, önceden Klimanjaro tırmanışı yapmışlardı ve Berk zaten Skyrace-patika koşucusu olduğundan ekibe hemen uyum sağladılar. Tabi ki ekip başı, rehberimiz ve 8163 m.’lik Manaslu Dağına önceden tırmanmış olan Sevgili İsmet İnan’ı hepiniz hem dağlardan, hem trek- tur kayağı faaliyetlerinden, hem de patika koşularından tanıyorsunuz. Kısaca ekip sağlam J

Selin_Berk


Murat

Seval

İsmet

ve ben







Otobüsümüz







Laçu

Ertesi gün yani seyahatin ikinci günü bizi trekking için yürümeye başlayacağımız Soti Khola’ya ulaştıracak otobüs yolculuğumuz başladı. Otobüste 6 kişilik ekibimiz, rehberimiz, sonradan aşçımız da olduğunu öğrendiğimiz  yardımcı rehberimiz Laçu (birisi gurubun başında diğeri sonunda yürüyor), 3 kişilik sherpa / portör ekibimiz ile yerimizi aldık. Son derece güler yüzlü insanlar. Yol 170 km ancak 8 saat sürmesi bekleniyor, yolculuğumuza müthiş KEYİFLE başladık.  Otobüsümüz Tata marka, makaslı ve nuh nebiden kalmaydı ama başka bir taşıtın bu yollardan geçmesi mümkün değilmiş yaşayarak gördük. Zaten yol falan yok, “highway” dedikleri kısmen asfalt çoğu yer stabilize ve iki aracın karşılıklı zor geçebildiği bir genişlikte. Otobüsün izolasyonu sıfır olduğu için yoldaki toz aynen aracın içine doluyor. Yolların büyük kısmı, başkent Katmandunun içinde bile,  asfalt değil, tozlu , topraklı, taşlı yollar; Çekmeköy’de ki yangın yolları gibi.  İnsanlar buralarda boşuna maske kullanmıyor; mutlaka yanınıza maske veya buff almanızı öneririm, kapalı mekanlarda bile takmak zorunda kalıyorsunuz.  Otobüsten toz içinde ve kirlenmiş olarak iniyorsunuz. Şöför ise otobüsün-yolların kralı, istediği müziği koyuyor ve yüksek sesle dinliyor, size de aynen dinletiyor. Tek başına bu yolculuk tecrübesi için bile buraya gelmeye değer, böyle bir tecrübe hiçbirimiz yaşamamıştık. Gördüğümüz her yer, her yapı, her köprü, karşılaştığımız insanlar hele çocuklar ve onların yaşam koşullarını görmüş olmak hepimize çok şey kattı. Sakın bu etabı uçarak geçmeyin, çektiğiniz eziyetin ciddi bir karşılığı var.


Sherpalar ve Bharat ile Molada



Rakip Firma :)

Molada Bakkal

Patlak Lastik Değişimi

Yamaha her yerde

Yine bir bölge değişimi ,kontrol noktası. Bunlardan sayısız var.

Doğuştan Kamyoncu
%70'lik Nepal Rakısı  !






Dere Geçişi




Doğa zaten muhteşem, böyle bir coğrafya ben görmemiştim.

Tek başına yürüyen Avusturalyalı arkadaşımız




Tibet Kültürü Etkisi



Sabah 8 de başlayan yolculuğumuz yaklaşık saat 16 gibi Soti Kholaya ulaşmamız ile sona erdi. Henüz saat erken olduğu için rehberimiz Bharat, burada kalmak yerine 1,5 saatlik bir yürüyüş yapmamızı önerdi. Böylece ilk günden programımızın önüne geçmiş olduk ve elbette otobüste geçirdiğimiz saatlerden sonra bu coğrafya da yürümek, nefes almak ilaç gibi geldi hepimize.





Bye Bye Fotograf Makinası






Burada maalesef ilk tatsız tecrübe yaşandı, ekibimizin rehberi olan Sevgili İsmet’in fotoğraf makinası, meyve alırken ortadan kayboldu, çalındı. Çok aramasına rağmen maalesef bulunamadı. Buraya gelirken burada herkesin kutsanmış olduğu, hırsızlık vb. kötü şeylerin olmayacağı gibi bir ön yargıyla gelmiştik ama Nepal’de burada yaşayan insanlarda değişiyor. Yani hırsızlık burada da var, dikkatli olun. Yaklaşık 1,5 saat içinde ilk konaklama yerimize – Lobubeshi’ye ulaştık. Bildiğiniz traktör yolu genişliğinde bir yoldan rahat keyifli bir tempo ile etrafımızdaki güzelliklere hayran olarak yürüdük. Bizi getiren aracın buraya ulaşması mümkün değil, yol Soti Kola’da bitiyor ama buraya ters taraftan ulaşan 1-2 jeep gördük. Ancak bu noktadan sonra ulaşım genel olarak yayan ve/veya katır ile yapılıyor. Bu noktadan sonra kullandığınız sudan, içtiğiniz biraya, yediğiniz yemeklere kadar her şey taşınarak gelmek zorunda. Bu nedenle fiyatlar 
artmaya başlıyor.






Lodge





Konaklama şöyle oluyor: Gün içinde nereye hangi noktaya ulaşabileceğiniz garanti olmadığı için önceden sabit bir yerde kalmıyorsunuz. Ulaşabildiğiniz noktadaki kalacak yerlerden rehberleriniz sizin için boş yer ayarlıyor. Dolayısıyla önden giden yardımcı rehber esas olarak bu işi organize ediyor. Kaldığımız yerler “Tea House veya Lodge”.  Kalacak yerlerde genelde size  oda içinde bir yatak veriyorlar ve siz üzerine uyku tulumunuzu sererek uyuyorsunuz.  Yukarılara çıktıkça hava soğuyor ama üşümedik. Tuvalet dışarıda ve ortak kullanılan bir alan. Zaten küçük tahta kulübe şeklinde. Duş yine kapalı bir kulübe veya tahta barakadan oluşuyor. Sıcak su çoğu yerde yok. Bazı yerlerde para verip sıcak su satın almanız mümkün. Tek bir Lodge’da elektrikli ısıtıcı vardı o kadar. Çoğu yerde soğuk suyla jet hızında temizleniyorsunuz.  




Oda

Binbir Çiçek



İlk akşam keyifli bir yemek ve deliksiz bir uykuyla geçti. Tabi bazı arkadaşlarımızın odasında çıkan örümcek alışılmışın dışında ki büyüklüğü ile hafif tedirginlik yarattıysa da Nepalli dostlar hemen bu problemi çözdüler


Yemek beklemediğimiz kadar iyiydi. Size bir menü veriyorlar ve ne isterseniz seçebiliyorsunuz.  Pek çok çorba, noodle, pirincin pek çok farklı seçeneği, patates yemekleri mevcut. Bazı yerlerde pizza bile vardı J   Son derece doyurucu ve lezzetliydiler. Meşhur bir yemekleri var Dalhbat : Baktım bizim Sherpalar bunu yiyor ben de hemen buna yazıldım, nasılsa bir bildikleri vardır diyerek J Esas olarak pirinç pilavı (yağsız), yanında mercimekli bir çorba veya sos, kızarmış-haşlanmış sebzeler ve patates ile birlikte geliyor, çok lezzetli ve doyurucu . Bizim rehberimiz Bharat’ın deyimiyle “ Dalbat Power 24 hour”.


Dalhbat


Kahvaltı da değişik omlet çeşitleri, severseniz mısır gevreği, yulaf ezmesi çorbası, Chapati dedileri bizim yufka ekmeğine benzer bir ekmekleri ve reçeller var. Yine menüden seçiyorsunuz ve size hazırlayıp getiriyorlar. Kahvaltı için zeytin ve bizim beyaz peynirimiz yok. Sağolsun Seval Hanım’ın getirdikleri bizi bayağı idare etti. Bulması en zor olan şey meyve. Bunları taşımanız iyi olabilir.

Çay işi süper. Yüksek irtifa hastalığını azaltmak için Ginger –Zencefil çayı her yerde var. Size büyük termoslar ile demleyip getiriyorlar. Aslında sıcak su içine rendelenmiş zencefilden oluşuyor. Batılılar bunu genelde Ginger-Limon şeklinde karışık içiyorlar, biz ise Ginger-Siyah çay şeklinde istedik. Bizim demleme çayın yerini tutmuyor maalesef. Kahveyi bildiğiniz neskahve’nin toz halinde olanıyla hazırlıyorlar; ama geçek kahve gibi değil. Yanınızda sevdiğiniz kahveyi getirebilirsiniz. Eğer taşınabilir bir termosunuz varsa oradan çay alıp yanınızda yürüyüş sırasında taşımanız mümkün.


Çay Termosu



Tipik Mutfak


 Üçüncü gün programımızda Macha Kola’ya kadar gitmek vardı. Burası Soti Kolaya yaklaşık 24 km uzaklıkta ve irtifası 900 m. yani aşağıya ineceğiz. Ama ilk gün yolun bir kısmını yürüdüğümüz için biraz daha ilerlemeye karar verdik ve Shyauli Bhatti’ye ulaşmayı hedefledik. Yolda yürürken çok keyifli ve oldukça büyük bir köy olan   Maccha Khola’da su-çay  molası verdik. Köyün pazarı var, ortalıkta çok sayıda katır ve taşıdıkları malzemeler mevcut. Katırların arasından ilerleyip bir patikadan tırmanmaya başladık. Artık traktör yolu da kayboldu, tamamen doğadayız. Etraf derelerden gelen su sesi ve yürüyen katırların çanları dışında tamamen sessiz. Öğle yemeğimizi Tatopani isimli köyde yedik ve birazda zorunlu bir mola verdik. Çünkü dinamit ile patikada ki kayaları parçalıyorlardı, yol açmaya çalışıyorlar. O nedenle askerler bizi 1 saat kadar orada tuttu. Bu durumu daha sonra da yaşadık. Yolları açabilmek için dinamit ile kayaları patlatıyorlar ve bu arada eğer yoldaysanız araçların içinde eğer patikadaysanız en yakın lodge da bekliyorsunuz.







Tapınağı gördünüz mü?


Yemek sonrasında doğanın güzelliği ve bakirliği iyice ortaya çıktı ve hepimiz hayran hayran etrafı seyrederek günü keyifle bitirdik. Öğleden sonra yol üzerindeki Dovan isimli köyde kahve molası verdik. Bu köyün girişinde ve geçtiğimiz  her köyün girişinde dua silindirleri var. Patika üzerinde ilerlerken genelde 1-2 saatlik yürüyüş mesafelerinde yerleşim yerleri oluyor. Her  köyün girişinde taşlardan yapılmış bir tak, bir çeşit köye giriş kapısı mevcut. Patika üzerinde taşların üst üste konmasıyla oluşturulmuş stuba’lar, taştan dua tepecikleri mevcut.  Bazen de dua silindirleri olan küçük yapılar var. Bu stuba veya dua silindirlerinin hep sol tarafından geçerek ve tamamını çevirerek yürümeniz gerekiyor. Bunları çevirdikçe dua silindiri üzerinde yazılı olan duaları serbest bırakmış oluyorsunuz, yani bir çeşit ibadet yapmış oluyorsunuz. Açıkta asılı duran dua bayrakları da benzer şekilde evrene iyi niyetlerinizi ve dualarınızı gönderiyor. Taşlardan oluşan stuba’larda üzerine Sanskritçe dualar kazınmış çok sayıda dua taşları mevcut, bunlar kutsal kabul ediliyor ve almanıza izin verilmiyor, antik tabletlere benziyorlar.  Bunların da sol tarafından geçerek ilerlemeniz gerekiyor.  Burada şöyle ilginç bir sistem var; yoldaki her ev veya yerleşim yerinde size çay-kahve ve yemek, aslında neleri varsa  satıyorlar. Hatta kendi aşçınız girip onların mutfağını kullanarak size yemek hazırlayabiliyor.
Stuba
Dua Tableti









Kahve molası sonrasında yarım saatlik bir yürüyüşle bu gece kalacağımız  yer olan Shyauli Bhatti’ye ulaştık. 






Yol Hakkı Katırların






Kahve Molası


Dördüncü gün Pazartesi 22 nisan.

Bugün Shyauli Bhatti den başlayıp Pawe ye kadar  yaklaşık 27 km yürüdük ek olarak  1200m tırmandık ve Pawe’de konakladık.  Diyebilirim ki gerçek trekking bugün başladı. Bunka Guddi nehrine paralel olarak ormanların içinde ve single trek patikalarda yürüdük. Nehri en az 5 kez karşılıklı geçtik; her geçiş bir olaydı. İlki nehir üstüne atılmış 2 kütük üzerinden oldu, diğerleri metal asma köprüler üzerinden oldu. Asma köprüler çelik teller ile yapılmış ama sabit zannetmeyin. Üzerinde yürürken salınıyor ve ortasından sonraki bölüm doğal olarak yokuş çıkar gibi eğilimli. Üstelik aynı köprüyü katırlarda kullanıyor eğer denk gelirseniz mecburen yol vermeniz ve köprünün diğer tarafında beklemeniz gerekiyor. Biz bugün en az 30-40 dakika bu şekilde bekledik, bu katırlar da 3-5 tane değil 3-5 sürü şeklinde arka arkaya geliyorlar; her sürüde en az 10-12 kadar katır var yani geç geç bitmiyorlar.












Beşinci gün Pawe’den sabah erken başlayan yürüyüş sırasında ilk molayı kahve için Bihi’de verdik. Akşam saatlerinde Namrung’a ulaştık. Artık 2000m irtifadayız, hiçbirimiz de yükseklik sorun yaratmadı. Böylece aslında 6. Gün ulaşacağımız yere 1 gün erken ulaşmış olduk. Bu ek olarak kazandığımız gün bize seyahatin sonunda Katmandu’da kültür turu yapmamızı sağladı. Bunu yapacağız diye özel bir çaba sarf etmedik, yorulmadık kendiliğinden oldu. Ekibin tamamı uyum içinde fiziksel olarak zorlanmadan bu yürüyüşü yapabildi.



Altıncı gün, hedefimiz Sama Gaun’a ulaşmak. Yürüyüş yaklaşık 22km. Yolda Lho isimli bir köyde yemek molası verdik. Burada yeniden teknik malzeme satan bir dükkan gördük.  Değişik dokumalar vardı, yöresel bir çeşit kilime benzeyen kalınlıkta kumaş dokuyorlar. Kadınlar bu kumaşı geleneksel olarak eteklerinin önüne önlük gibi takarak kullanıyorlar. Eski sistem tahta el tezgahlarında yapılan bu dokumayı ve nasıl yapıldığını görme şansımız oldu. 
Çeşme-Banyo-Çamaşır hepsi bir yerde

Yerel Dokumalar 


Sama Gaun 3530m yükseklikte ve Manaslu dağına tırmanacak dağcılar için son yerleşim yeri. Buradan doğrudan ana kampa gidiliyor, 4800m de ki ana kampa tüm lojistik destek buradan sağlanıyor. Buradan sonra tamamen ekspedisyon koşulları başlıyor. Sama Gaun oldukça büyük bir yerleşim yeri çok büyük bir manastır var. Çocuklar için büyük bir okul var, yolda iki gün önce karşılaştığımız ve gözü enfekte olduğu için Katmanduya dönen Kanadalı çift, aslında buraya İngilizce öğretmek üzere geliyorlardı. Yolda çok sayıda keşiş görüyoruz, buraya eğitim-inziva için geliyorlar. Bir hoş sürprizde kaldığımız yerin hemen yakınında Tunç Fındığın Manaslu Zirvesi tırmanışı sırasında kaldığı Lodge’ın duvarında onun sticker’ını görmek oldu. Manaslu’ya tırmanan dağcılarımızdan bizden önce buraya gelenler var.

Sherpa
Yedinci gün, Sama Gaun’da iki gece kalacağız, yüksek irtifaya alışmamız, aklimatize olmamız gerekiyor. Hava da serinledi. Bugün tamamen aklimatizasyon için Manaslu ana kampına yani 4800 metreye kadar yürüyerek çıkıp öğlen yemeğimizi orada yedikten sonra geriye dönmeyi planladık. Manaslu zirvesi artık kendisini gösteriyor, tam 8163m yükseklikte. Biz 3500 m’den başımızı kaldırınca zor görüyoruz, dağın ihtişamı ve güzelliğini tanımlamak mümkün değil. Kendi gözünüzle görmeniz gerekli. Kampa çıkan patikadan çıktıkça ana kampın sol tarafında kalan dev buzulu ve buzulun hemen altında ki gölü hayranlıkla izliyoruz. Göl yem-yeşil ve suyu buz gibi. Bu yıl Manaslu’ya çok fazla kar yağdığı için zirve yapmayı deneyen bir ekip yokmuş, yani ekspedisyon çadırlarını görmeyeceğiz. Zaten tırmandıkça patika kar ile kapandığından ilerlemekten vazgeçip 4400m de patika üzerinde öğle yemeğimizi yedik. Ekip genel olarak yüksekliğe çok iyi uyum sağladı, yalnızca bende orta şiddetli bir baş ağrısı başladı; oysa tırmanırken çok iyiydim, ağrı dönüşte arttı. Muhtemelen dehidratasyona bağlı olduğunu düşündüğüm bu ağrı, bol su içince birkaç saatte geçti. Ve sonraki günlerde daha yüksek irtifaya çıkmama rağmen tekrarlamadı. Hava ısındıkça öğleden sonra buzuldan kopan parçalar küçük çığlar şeklinde aşağıdaki göle kadar düşüyorlardı. Yaklaşık 2 dakika süren bir çığa denk geldik, inanılmazdı. Doğanın gücü ve sizin güçsüzlüğünüz, o güç karşısındaki çaresizliğiniz oraya tırmananlara olan saygımızı bir kat daha arttırdı.



Ekip Manaslu Base Camp Yolunda

Muhteşem Manaslu Zirvesi

4000m Buzul Gölü
Göl Kenarinda Dua Stupa'ları
Sekizinci gün, iki gündür kaldığımız Sama Gaun’dan sabah 07 gibi ayrıldık. Yolda Samdo’da öğlen yemeği için durduktan sonra geceyi geçirmek üzere  Dramsalaya kadar yürüdük.  Burası 4300m yükseklikte ve kaldığımız en sevimsiz yerdi. Yalnızca bir baraka, içinde 30 kişinin aynı anda oturduğu başka bir salon-mutfaktan oluşan kulübeden oluşuyor. Su dereden akıyor, bunu bir hortum ile alınabilir hale getirmişler. Bu yükseklikte ilk kez etrafımızda ağaç bitki yok. İlginç olarak Manaslu Circuit’de bitki örtüsü neredeyse 4000m ye kadar çıkıyor oysa Türkiye’de 2000m irtifadan sonra ağaç tabakası kayboluyordu.  Bu kampta karşılaştığım bir Amerikalı yürüyüşçü bana Türk olup olmadığımı sorunca çok şaşırdım. “Türk aksanıyla İngilizce konuşuyorsun “dedi ben daha da şaşırarak onu bunu ayırt edebildiği için tebrik ettim ve içime de bir kurt düştü tabi. Öyle ya nereden biliyordu bu aksanı?  Meğer Portland’da ki evinde yan komşusu Türkmüş ve yılın 6 ayını İzmir’de geçiriyormuş. Derken doğal olarak O Türk de tanıdık çıkmasın mı? Dünya çok küçük gerçekten J




Dokuzuncu gün, büyük gün. En kötü yemeği burada yedik, en kötü uykuyu burada uyuduk hatta uyuyamadık desem yeridir. Bu irtifada uyumak zormuş. Sabah 02 30 da kalkarak bu yürüyüşün en zorlu kısmına başlayacağız. Larke Pass geçidinden geçerek Manaslu dağının arka tarafına, Annapurna koruma bölgesine geçeceğiz. Yükseklik 5160 m olacak.





Dramsala

Amerikalı Dostumuz




Uykusuz bir gecenin sabahında, soğuk havada yok “soğuk” tanımlamaya yetmedi buz gibi demek lazım, artık tüm malzemelerimiz ve eldivenlerimizi de takarak karanlıkta yola çıktık. Çok sayıda yürüyüşçünün ışıklarını uzaktan izleyerek rotamızı görebiliyoruz. Hava çok soğuktu ve ellerim çok üşüdü; donmak ne kadar çabuk gerçekleşebiliyor anlamış oldum. İkinci bir kat daha eldiven ile parmakları ancak korumaya alabildim, neredeyse donacaklardı.  



Yolda 2 adet dağ keçisinin cansız bedenini gördük; kayaların üzerinde oturur pozisyonda ölmüşler ve soğuk nedeniyle bozulma olmadığından yanına yaklaşana kadar anlamıyorsunuz.

Güneşin ilk ışıkları bizi kendimize getirirken, irtifa yaklaşık 5000 m oldu. Hayatımda bu kadar yükseğe hiç çıkmamıştım, çok zorlayıcı ve büyüleyici güzellikte bir ortam. Her 5 dakikalık yürüyüş sonrasında dinlenme ihtiyacı oluyor, nefes nefese kalıyorsunuz. Bu irtifada ortalama hızımın saatte 1.7 km ye düştüğünü sonradan gördüm, inanılmaz. Geçide ulaştığımızda bizden önce yola çıkan Avrupalı gurubun tıpkı UTMB finish takını geçermiş gibi size yaptıkları destek ile geçidin  en yüksek noktasına alkışlar ve bağırışlar arasında varıyorsunuz. Çok eğlenceli, bir o kadar da duygusal anlar yaşanıyor. Düşünsenize hayatınızda ulaştığınız en yüksek noktadasınız. Dua bayrakları yanında klasik fotoğraflar çekildikten sonra yola devam ediyoruz. Oldukça teknik bir zeminde ve üzerine taze kar yağmış çarşaktan iniyoruz. Parkurun açık ara en zor bölümü bu inişti  ama sağlıkla bitirdik. Çok uzakta kırmızı çatılı bir kulübe görüyoruz, oraya ulaşmak için azimle devam ediyoruz, yemek molası orada. Öğlen yemeği için durduğumuzda yemek gelmeden önce uyuya kalıyoruz, nasıl yorulduysak J







Sonrasında Bimtang’ta sona erecek yürüyüşe başladık ve geceyi 3700m deki bu köyde geçirdik. Birkaç bira ile bu başarımız ödüllendirdik elbette. Bu etabın en şansız olayı sevgili İsmet’in pasaportunu kaybetmesi oldu. Onu bir an önce Katmanduya ulaştırmamız gerekiyor ki Türkiye konsolosluğundan bir belge alabilsin. Siz siz olun sakın pasaportunuzu kaybetmeyin, çok can sıkıcı bir süreçmiş. Anladık ki Türkiye’nin Katmandu’da konsolosluğu yok, işlemler Hindistan’da yapılıyor. Katmandu’da yalnızca fahri bir konsolosluk var ve pasaport konusunda yardımcı olamıyorlar. Uzun lafın kısası İsmet, biz döndükten sonra 1 hafta kadar daha Katmandu’da kalmak zorunda kaldı. İşin can sıkıcı kısmı dışında ciddi bir maddi kaybı da oldu. Hepimiz İsmet için çok üzüldük ama bu süreci Türkiye’de ki tanıdıklar sayesinde elimizden geldiğince hızlandırmaya çalışmak dışında yardımcı olamadık. 




Onuncu gün, Bimtang’tan başlayarak yaklaşık 25km yürüyerek Dharapani’ye ulaşacağız. İlk planda burada konaklamayı düşünmüştük ama oraya hızlı bir şekilde ulaşıp gece yola devam ederek Katmandu’ya dönmeye karar verdik. Böylece İsmet için bir iş günü kazanmış olacağız, bizler de Katmandu’da bir günlük bir kültür turu yapacağız.



Bimtang’tan yürümeye başladıktan hemen sonra cennet gibi bir ormana girdik. Cenneti nasıl tarif ederseniz işte öyle bir yer: Her yerde dereler akıyor, etrafınızda zirveleri karla kaplı dağlar, onların ihtişamı altında müthiş bir vadi, etrafınızda hayvanlar dolaşıyor, bin bir renkli çiçekler yolunuzda, her tarafta sandal ve çam ağaçları arasından geçerek ilerliyoruz. Karşılaştığınız insanlar mutlu ve gülümsüyor, Namaste Nepal.  Yemek molasını Süperview Lodge’da verdik. Buranın bahçesi çimenlik ve hemen yayıldık. Biz yayılırken rehberlerimiz ve taşıyıcılarımız hemen yemek hazırlığına girdiler. Bir taraftan da kendi kirli çamaşırlarını yıkayıp, kısmen duş aldılar. Zaten tün yürüyüş boyunca akan çeşme gördükleri anda mutlaka ya kendilerini veya eşyalarını temizliyorlar, en olumsuz anlarda bile zamanın ve şartların nasıl pozitif değerlendirileceğini görmüş olduk.






Bu etabın tatsız olayı ise sevgili Selin’in botlarının parçalanması oldu, bildiğiniz tabanı parçalandı. Tek ayakkabı ile devam etmesi mümkün değildi, benim yedek koşu ayakkabımı portörlerin taşıdığı çantadan çıkartarak Selin’e ödünç verdim. Benim emektar S-Lab Nepali de görmüş oldu. Mutlaka yedek bir çift ayakkabı taşımak gerekiyormuş, haberiniz olsun.



Yorgunluk-yürüyüş sonu


Tabi bu seyahatte ulaşım planları hiç kolay olmuyor. 25Km yürüdükten sonra bizi alacak jeep’ler ile Besi Sahar’a kadar gitmemiz gerekiyor. Çünkü Katmanduya bizi götürecek olan minübüs-otobüs ancak Besisahar’a kadar gelebiliyor. Aradaki bölümü normal araçlar geçemiyor. Besisahar’da aktarma yapacağız ve sonrasında Katmandu’ya doğru yola  devam edeceğiz.
Tata Jeep







Dharapani’den bindiğimiz jeep’ler ile yine ömür boyu unutulmayacak bir yolculuk yaptık, hayatta yapığım en tehlikeli şeydi diyebilirim. Buna dağlarda gece koşmaktan, denizde dalmaktan, kaya tırmanmaya, paraşütle atlamaya kadar deneyimlediğim pek çok aktivite dahil. Tek şeritlik bir stabilize yol düşünün, bol virajlı, sol tarafınız uçurum, sol tekerlek sınırda gidiyor ve karşıdan gelen aracı görmüyorsunuz. Vadinin yukarı bölümlerinde kayaların içine oyulmuş yolda gitmeye çalışıyorsunuz. Şoför sürekli korna çalarak geleni uyarmaya çalışıyor ki çarpışmayalım. Nepal’in meşhur dua bayrakları var ya işte onları bizim şoför fren pedalına sarmıştı, o kadar vahim durumdayız. Doğa vahşi ve inanılmaz bir yolculuk ile 4 saatte hedefe ulaşabildik. Besisahar’da akşam yemeğini takiben gelen minibüs, nasıl da konforlu ve lüks  geldi anlatamam. Böylece Katmandu’ya doğru gece yolculuğuna çıktık. Sayısız defalar çarpışma riski atlatıp Katmandu’ya sağ salim  ulaşabildik. Bildiğiniz karşıdaki araçlarla kafa kafaya kaç kez geldik sayamadım. Çok yorgun olmama rağmen, korkudan bir dakika bile gözümü kırpamadım. Sonunda ulaştığımız Thamel otelde hepimiz bir sıcak duş hayaliyle odalarımıza çekildik.
Hotel California


Son Gün, İsmet’i konsolosluğa yetiştirip, biz de Katmandu’da kültür turu yaptık. Çok etkileyici bir eski-antik şehir mevcut. Eski şehir açık hava müzesi şeklinde organize edilmiş, içerisinde çok iyi korunmuş saray ve tapınaklar var. Hindu tapınaklarına bizi almadılar, Hindu olmadığımız için yalnızca dışından görebildik. Katmandu sokakları sanki Anadolu’nun 150 yıl önceki hali gibi. Kendinizi geçmişe bir yolculuk yapmış gibi hissediyorsunuz. El sanatlarının inceliği, sokakta ki kaos, etrafta dolaşan maymunlar, yoksulluk ve hatta sefalet inanılmaz boyutlardaydı.






Dua Silindirleri






Daha önceden yağmur nedeniyle göremediğimiz ve son derece etkileyici ölü yakma törenleri ve ritüellerini izleme fırsatını bugün bulduk. Beni çok etkilediği için kısaca bahsetmek istiyorum. 

Ölüleri yakmak genelde Hindu’ların uygulaması. İnanışlarına göre bir kişi öldüğü zaman, bedeni yakılarak ruhun saflaşması- pürifikasyonu sağlanıyor. Ve beden yakılana kadar ailesi, yakınları aç kalıyorlar, aç kalmak kalmak zorundalar. Dolayısıyla ölümden hemen sonra yakma işlemi başlıyor.  İlk olarak vücudu kutsal saydıkları nehir kenarında bu iş için yapılan özel taş alanlara yatırıyorlar, ağzına kutsal nehir suyundan döküyorlar. Vücut  bu sırada kavuniçi renkli bir kefen ile sarılı olduğu için siz görmüyorsunuz ve üzerine çok sayıda çiçeklerden oluşan kolyeler giydiriliyor. Bu işlemden sonra ölünün çocukları, bedeni sudan 2-3 m yüksekteki bir set üzerinde  hazırlanmış olan yaklaşık 300kg’lık odun yığının üzerine yatırıyorlar. Sonra  çocukları soyunarak   nehre girerek yıkanıyorlar. yerel giysilerini giyip ateşi yakıyorlar. Yani ateşi ölünün kendi çocukları yakıyor. Vücudun tamamen yanması 4 saat kadar sürüyormuş. Yandıktan sonra  külleri nehre süpürülüyor. Aynı anda birkaç beden yakıldığı için işlemin değişik aşamalarını bir arada görüyorsunuz.  Burada ki cast sistemine göre insanlar farklı yerlerde yakılıyorlar. Üst sosyokültürel seviyedeki kişiler nehrin daha yukarısında yakılıyor. Bu işlemden sonra 13 günlük yas süreci başlıyor. Nehir kenarında ki yas evlerinde aileler için kalacak  yer var. Beden yandıktan ve 13 günlük yas süreci bittikten sonra  ruhun özgürleştiğine ve dünyaya başka bir bedende ki bu beden bir hayvan da olabilir, döndüğüne inanılıyor. Bu nedenle hayvanları öldürmüyorlar. İnsanların mezarları yok; yalnızca kutsal kişilerin mezarı olabiliyor çünkü onlar aç kaldıkları için yaşarken ruhları temizleniyor. Onlar aç kalabilmek için sürekli Marijuana içiyorlar, yüzlerinde ki gülme sahte ve bu yüzden. Toplu olarak bu nehrin kenarındaki taş barakalarda yaşıyorlar. Üzerlerindeki gri toz aslında yanan ölülerin külleri.  Fotoğraf çektirmek için para vermeniz gerekiyor.






Kutsal Kişi-Holy Person



NEPAL; Benim bugüne kadar gördüğüm hiçbir yere benzemeyen bir seyahat oldu.


Sonuçta Manaslu Circuit’in 250Km’lik parkurunun yaklaşık 200km’lik bir kısmını yürüdük ve toplamda 9000m kadar tırmandık ve indik. Bu parkur üzerinde Manaslu Ultra ve Annapurna Ultra yarışları düzenleniyor. Eğer zamanınız ve paranız varsa mutlaka öneririm, malum bu yarışların maliyeti oldukça yüksek olabiliyor. Parkuru koşucu olarak siz rahatlıkla çok daha hızlı yapabilirsiniz, teknik olarak koşulamayan bölüm çok az.  Esas zorluk lojistik destekte, sizden önce bir sherpanın gidip eşyalarınızı taşıması gerekli yoksa siz gidersiniz ama eşyanız olmayacağı ve kalacak yer ayarlanmamış olacağı için zor durumda kalırsınız.

Son söz, Nepal’i mutlaka görmek lazım, hatta bir daha görmek lazım. Önümüzdeki yıl kısmetse Everest Ana Kamp yürüyüşü programı yapıldı. 

Buraya gelirken ne kadar fit olmak gerekiyor, "acaba ben yapabilir miyim?" derseniz  sporcu olmanıza gerek olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Dağcı olmanız asla gerekli değil, hiçbir bölümünde tırmanış yok yalnızca yürüyorsunuz.  Sizden beklenen gün içinde 6 saat kadar yürümeniz. Bu parkuru kendi kızıyla birlikte yürüyen Romanyalı bir anne-kız gurubuyla karşılaştık. Sporcu değillerdi ve kızı yalnızca 10 yaşındaydı. Nepalli köylüler kıza Sophie Sherpa ismini vermişlerdi. Üstelik Sophie geçen yıl da yani 9 yaşındayken Annapuna’yı yürüyerek geçmişti. Yani çocuklarınızla birlikte rahatlıkla 
gelebilirsiniz. Hatta yalnız başınıza da gelebilirsiniz. Parkur'da yürürken tanıştığınız diğer yürüyüşçüler sizinle dost olacaklar. Aynı yönde yürüdüğünüz kişilerle sürekli karşılaşıyorsunuz, aynı yerlerde yemek yiyip , konaklıyorsunuz. 




Sophie Sherpa ve Annesi, rehberleriyle











Sırt çantanızda yalnızca yağmurluk-mont- su- çerez gibi son derece az malzeme taşıyorsunuz, bu nedenle fiziksel olarak zorlamayacaktır. Yüksek irtifa başka bir konu, herkesin buna uyumu farklı oluyor. O nedenle buraya gelmeden önce kendinizi Aladağlar, Erzurum gibi yüksek irtifalı bir parkurda yürüyerek denemenizde fayda var. Bizim toplamda 8 günde yaptığımız yürüyüşü 12 günde yaparsanız hem irtifa kazanımı çok yavaş olacağından  hem de günlük yürüyüş miktarı azalacağından çoğu kişi sorun yaşamayacaktır. Zaten orijinal yürüyüş programları 12 günden daha uzun planlanmış. Koşulların -basic- olmasına kendinizi zihinsel olarak hazırlamanız yeterli. Yatacak yer, uyku tulumunda uyuma, soğuk suyla yıkanma, dışarıda tuvalet, kahve olmaması, cep telefonu internet olmaması gibi.





WC Hangisi Kadın?


Yapamamanız için bir sebep  yok.  



Geçtiğiniz köylerde, sizin bildiğiniz - batı tarzı yaşamın- dışında  bambaşka çok farklı yaşamlar olduğunu, bambaşka bir dünya olduğunu keşfedeceksiniz. İnsanın doğaya uyumunu ve çocukların gözünde yaşamı göreceksiniz. Hiçbir şeyi olmayan insanların nasıl bu kadar mutlu olduklarına şaşıracak ve hayran olacaksınız. Yokluğun ne boyutta olduğuna inanamayacaksınız, bir karış toprağın, dağın tepesinde bile olsa ekildiğini, 3-4 yaşındaki çocukların anne ve babalarıyla tarlada, bahçede çalıştıklarını göreceksiniz. Doğanın karşısında insanın ne kadar acz içinde olduğunu, doğaya saygı duyarak onun bir parçası olarak hayatta kalabildiğini ve doğanın nasıl büyük bir özenle korunduğunu göreceksiniz. Ve belki de kendinizle ilgili ne kadar az şey bildiğinizi farkedip, kendi gücünüzü farkedeceksiniz. 



Okul Yolunda














Yanınıza almanızı önerdiğim malzemeler

1.     Buff veya maske, yollar aşırı tozlu. Patikalarda katır dışkısı üzerinde çok sayıda sinek var uçuşuyorlar, ağzınızı ve burnunuzu korumanız şart.

2.    Islak mendil. Hem tuvalet için hem de duş alamadığınız dönemlerde vücut temizliği için şart. Burada duşlarda hep soğuk su var, eğer sıcak su isterseniz 3 usd ödemeniz 30-60 dk beklemeniz gerekiyor ve her yerde yok bu imkan. Sonuçta size yarım kova sıcak su verip, maşrapa ile dökerek eski usul yıkanmanız bekleniyor. Bulabilirseniz kesinlikle kaçırmayın.

3.    Ayak bileğinizi koruyan bir yürüyüş botu. Defalarca ayağım burkuldu, zemin düz değil, çok sayıda taş ve bizim antik yollara benzeyen taş merdivenler var, yani ayağınızı burkmanız an meselesi. Aslında parkurun büyük bölümünü trail ayakkabısı ile yürüyebilirsiniz; köylüler parmak arası terlikle yanımızdan geçiyorlardı. 4000m üzerinde ise kar ve soğuk nedeniyle bot kullanmak daha pek çok kişi için daha uygun olacaktır.

4.    Bilgisayar  vb. kesinlikle almayın, yürüyüş parkurunda hem telefon çekmiyor hem de internet yok. İnternet olduğu söylenen yerler var ama çalışanını bulamadık. Hem de elektrik büyük sorun. Elektronik cihazları şarj etmek parayla, en pahalı şarj ücreti powerbank için. Genelde telefon  için 2 usd, powerbank için 4 usd ödüyorsunuz, maalesef  şarj etmek çok uzun sürüyor, voltaj çok yetersiz. Telefon da faydasız, çünkü Nepalcell kartı bile kullansanız çoğu yerde çekmiyor, çoğu yerde çalışmıyor. Yaklaşık 8 gün hiç çekmedi. Yalnızca bir gün birkaç dakika kullanabildik. Ulaştığım eşim, ekibin diğer üyelerinin ailelerine iyi olduğumuzu bildirdi.


5.    Atıştırmak için kuru yemiş, kuru meyve , çikolata vb. taşıyın.  Çocuklar gelip çikolata istiyorlar, içiniz gidiyor. Belki birkaç küçük oyuncak taşınabilir. Çok üzüldük çünkü gelip sizden “hello chocalate, hello balloon, hello Money “ diyerek sürekli bir şeyler istiyorlar.






6.    Yedek ayakkabı şart. Size önerim bir koşu ayakkabısı bir de yürüyüş botu almanız olacak. Ekibimizde Selin’in başına geldiği gibi patikada ayakkabınız parçalanabilir.


7.    Kafa feneri çok işe yarıyor. Hem kaldığınız odalarda , dışarıdaki yerlerde  ışık olmadığı için, hem de tuvaletler dışarıda olduğundan ve aydınlatma doğal olarak yetersiz olduğundan çok kullanılıyor. Bir de  Larke Pass geçişinde yürüyüş sabah 02 30 da başlıyor, kullanmak şart.









Umarım okurken benim yaşarken aldığım keyfin en azından bir kısmını almışsınızdır.

Sevgiyle Kalın